Örneğin Güneş’imiz yarıçapı yaklaşık üç kilometre olan bir
küre içine (yani ebatlarının dört milyonda biri kadar bir hacme) sıkıştırılmış
olsaydı, bir kara delik haline gelirdi. Hatta Güneş’imizi 1cm³ hacme
sıkıştırabilseydik, bu kez 1cm³ 'lük bir karadelik yapmış olurduk. Fakat bu
durumda sistemimizdeki gezegenlerin yörünge hareketlerinde bir değişiklik
olmayacaktı; yani Güneş Sistemi’mizdeki gezegenler bu 1cm³ 'lük kara deliğin
Güneş'inkine eş çekim kuvvetinde, yörüngelerinde dönmeye devam edeceklerdi.
Veya, Dünya’mız birkaç santimetre küplük bir hacim içine sıkıştırılmış olsaydı,
o da bir kara delik haline gelecekti.
Astrofizikte kara delik bir çekimsel içe çökmenin son
aşaması olarak ele alınır. Yıldızların evrim süreçlerinin sonları, sahip
oldukları kütleye göre belirlenir. Evrim sürecinin son aşamasına yaklaşmış
yıldızlarda, maddenin sıkışması sonunda, kütlelerine göre, iki hal söz konusu
olur; bunlar ya ak cüce haline veya sonradan kara deliğe dönüşebilecek nötron
yıldızı haline dönüşürler.
Ak cüce halinde, ak cüceyi kütle çekime karşı dengede tutan
elektronların yozlaşma (bozulmuş) basıncıdır. Nötron yıldızı halinde ise
nükleonların yozlaşma basıncı söz konusu değildir, denge halini sağlayan güçlü
etkileşimdir.
Yıldızların
Ölümü
|
|||
Yıldız Kütlesi
|
Yarıçap, km
|
Yoğunluk, gr/cm3
|
Son Ürün
|
Myıldız<
0,8 Mgüneş
|
10-103
|
Kahverengi cüce
veya Kara cüce
|
|
0,8 Mgüneş<
Myıldız < 1,44 Mgüneş
|
7000
|
106
|
Beyaz cüce
|
~1,35 Mgüneş<
Myıldız <~2,1 Mgüneş
|
10-20
|
8x1013-2x1015
|
Nötron yıldızı
|
Myıldız >
~3 Mgüneş
|
4
|
>1016
|
Kara delik
|
Kara delik ak cücelere ilişkin içe çökmeyle oluşamaz; bu çökme sırasında yıldızı oluşturan çok ağır nükleonlar meydana gelir. Açığa çıkan enerji yıldızı dağıtmaya yeterlidir. Fakat evrim sürecinde dönüşme eşiğindeki yıldız, belirli bir kritik kütleyi aştığında (kütlesi yeterince büyük olduğunda), eğer kütle çekim gücü basınç etkisini aşabilmeye yetecek derecede büyükse bir kara delik oluşabilir.
Bu durumda bilinen hiçbir kuvvet, dengeyi
sağlamaya yetmez ve söz konusu cisim tümüyle içe çöker. Pratikte bu, birçok
şekilde oluşabilir:
- Bir
nötron yıldızına, belirli bir kritik kütleye ulaşana kadar, bir başka yıldızdan
çıkan maddenin katılımıyla oluşabilir.
- Bir
nötron yıldızının başka bir nötron yıldızıyla birleşmesiyle oluşabilir
(çok nadir bir fenomendir).
- Büyük
bir yıldızın kalbinin doğrudan kara delik halinde içe çökmesiyle
oluşabilir.
1980’li yıllarda nötron yıldızlarındakinden de daha sıkışmış
bir madde halinin varlığı konusunda bir hipotez ortaya atılmıştır. Bu, tuhaf
yıldızlar da denilen kuark yıldızlarındaki sıkışmış madde haliydi. Bu konuda
1990’lı yıllardan itibaren net bulgular elde edilebilmiştir; fakat bu bulgular,
yıldız türündeki belirli bir kütlenin, evrimini kara delik halinde içe
çökmesiyle tamamlaması konusunda önceden bilinenleri değiştirmemiştir.
Değiştirdiği şey yalnızca, kütlenin miktarı konusundaki sınır olmuştur.
2006 yılında, kütlelerine bağlı olarak dört kara delik
sınıfı ayırt edilmiştir: Yıldızsal kara delikler, dev kara delikler, orta kara
delikler ve ilksel (ya da mikro) kara delikler.
Olay Ufku
Işık ve maddenin artık kaçamadığı bölgeyi sınırlayan
kuşağa olay ufku adı verilir.
Olay ufku, herhangi bir fiziksel incelemede bulunamadığımız
bir uzay parçasıdır. Ne olay ufkundan ötesini bilinen yasalarla açıklama
olanağı vardır, ne de orada ne olup bittiğini bilmenin bir yolu vardır. Bir
yıldızın olay ufku, yıldızın çökmeden önceki kütlesiyle orantılıdır. Örneğin
kütlesi 10 güneş kütlesi olan bir yıldız içe çöküp kara delik haline geldiğinde
çapı 60 km. olan bir olay ufkuna sahip olur. Bir kara delik madde yuttukça
olay ufkunu genişletir, olay ufku genişledikçe de daha güçlü çekim alanına
sahip olur. Kara deliğin olay ufkunda teorik olarak zaman tümüyle durmaktadır. Bazı
kara deliklerde iki olay ufku vardır.
Dönen kara deliğin çevresindeki iki yüzey. İç sifer statik sınırdır
(olay ufku). Ergosiferin iç sınırıdır. Kutuplarda olay ufkuna dokunan oval
biçimli yüzey ise ergosiferin diğer sınırıdır. Ergosiferin içindeki bir
parçacık uzay-zaman sürüklenmesinde olup dönmeye zorlanır (Penrose süreci)
Bazan olay ufku terimi yerine kara deliğe pek uygun
olmamakla birlikte kara deliğin yüzeyi terimi de kullanılır. (Terimin uygun
olmamasının nedeni, bir gezegen veya yıldızdaki gibi katı ve gazlardan oluşan
bir yüzeyinin olmamasıdır.) Fakat burada birtakım özel nitelikler gösteren bir
bölge söz konusu değildir; bir gözlemci kara deliğe ufku aşacak kadar yaklaşmış
olabilseydi, kendisine yüzey izlenimi sağlayacak hiçbir özellik veya değişim
hissedemeyecekti. Buna karşılık geri dönme girişiminde bulunduğunda, artık bu
bölgeden kaçamayacağının farkına varmış bulunacaktı. Bu, dönüşü olmayan nokta
gibidir; akıntısı güçlü bir denizde, akıntıdan habersiz bir yüzücünün durumuna
benzetilebilir.
Öte yandan olay ufkunun sınırına yaklaşmış bir gözlemci,
kara delikten yeterince uzaktaki bir gözlemciye kıyasla, zamanın farklı bir
şekilde aktığının farkına varacaktır.
Kara delikten uzakta olan gözlemcinin diğerine düzenli
aralıklarla (örneğin birer saniye arayla) ışık işaretleri yolladığını
varsayalım. Kara deliğe yakın gözlemci bu işaretleri hem daha enerjetik (ışığın
kara deliğe düşmek üzere yaklaştıkça maviye kayması sonucuyla bu ışık
işaretlerinin frekansı daha yüksek olacaktır), hem de ardışık
işaretlerin aralarındaki zaman aralığı daha kısalmış (birer saniyeden daha az)
olarak alacaktır.
Kara deliğe yakın gözlemci, uzaktakine oranla zamanın daha
hızlı aktığı izleminde olacaktır. Uzaktaki gözlemci de aksine, diğerinde
meydana gelen şeylerin gitgide daha yavaş seyrettiğini görecek, zamanın daha
yavaş aktığı izleniminde olacaktır.
Uzaktaki gözlemcinin bir nesnenin kara deliğe doğru düşüşünü
gözlemesi halinde, gözlemciye göre çekimsel kızıla kayma ve zamanın genleşmesi
etkileri birleşecektir: Nesneden çıkan işaretler gitgide kızıl, gitgide sönük
(uzak gözlemciye varmadan önce gitgide artan enerji kaybıyla çıkarılan ışık) ve
gitgide aralıklı olacaktır. Yani pratikte, gözlemciye varan ışık fotonlarının
sayısı, sürekli olarak hızla azalacak ve nesnenin kara deliğe gömülüp görünmez
olmasının ardından tükenecektir. Nesnenin henüz olay ufku sınırında hareketsiz
durduğunu gören uzaktaki gözlemcinin onun düşmesini engellemek üzere olay
ufkuna yaklaşması boşuna olacaktır.
Kara deliğin tekilliğine yaklaşan bir gözlemciyi etkilemeye
başlayan etkilere gelgit etkileri denir. Bu etkiler kütle çekim alanının
homojen olmayan bir yapıya sahip olması nedeniyle nesnenin biçimsizleşmesine
(doğal biçimini kaybetmesine) yol açar. Gelgit etkileri bölgesi dev kara
deliklerde tümüyle olay ufkunda yer alır; fakat özellikle yıldızsal kara
deliklerde etkileri olay ufkunun sınırını aşar. Dolayısıyla yıldızsal kara
deliğe yaklaşan bir astronot daha olay ufkuna geçmeden parçalanacakken, dev
kara deliğe yaklaşan bir astronot, daha sonra gelgit etkileri ile yok edilecek
olmakla birlikte, olay ufkuna bir güçlükle karşılaşmadan giriş yapacaktır.
Tekillik
Bir kara deliğin merkezinde kütle çekim alanının ve uzay
bükülmelerinin (eğim) sonsuz hale geldikleri bir bölge yer alır. Bu bölge
çekimsel tekillik olarak adlandırılır. Bölge, genel görelilik kuramı uzay-zaman
eğiminin sonsuz olduğu bölgeleri tanımlayamadığı için, genel görelilik kuramı
çerçevesinde pek iyi tanımlanamamıştır. Zaten genel görelilik kuramı, kuantum
kaynaklı kütle çekim etkilerini genel olarak göz önünde bulunduran bir kuram
değildir. Uzay-zaman eğimi, sonsuza doğru eğrildiğinde, zorunlu olarak kuantum doğalı
etkilere tâbi olmaktadır. Sonuç olarak, kütle çekimsel tekillikleri doğru bir
biçimde tanımlayabilecek durumdaki tek kuram, ancak tüm kuantum etkilerini göz
önünde bulunduran bir kütle çekim kuramı olabilir.
Dolayısıyla henüz kütle çekimsel tekilliğin tanımı
yapılamamış durumdadır. Bununla birlikte şu biliniyor ki, nasıl kara
deliğe girip içine yerleşmiş madde dışarı çıkamıyorsa, kütle çekimsel tekillik
de kara deliğin içine yerleştikçe kara deliğin dışını etkileyememektedir. Kütle
çekimsel tekillikler onları tanımlamakta aciz kalışımızdan dolayı gizemlerini
korumayı sürdürseler de ve genel görelilik kuramı tüm kütle çekimsel
fenomenleri tanımlamada yeterli olmasa da, bütün bunlar, kara deliğin bizim
tarafımızda bulunan olay ufkundan hareketle onları tanımlamamıza bir engel
oluşturmamaktadır.
Tekillik, olay ufku ve ergosifer (güç küresi). Dönen kara deliklerde ve
elektrik yüklü kara deliklerde iki ufuk olduğu varsayılır.
Tekillik Kuramları
Kara delikler hakkındaki temel meselelerden biri hangi
koşullar altında oluştukları meselesidir. İlk zamanlar, kara deliklerin oluşum
koşullarının son derece özel olmasından dolayı, pek çok olma şanslarının çok az
olduğu düşünülüyordu. Fakat, Stephen Hawking ve Roger Penrose’un geliştirdiği bir
dizi matematik teorem durumun hiç de öyle olmadığını göstermiştir.
Kara deliklerin meydana gelmesi son derece farklı koşullarda
oluşabilmekte olup, bir çeşitlilik gösteriyordu. Bu iki bilim adamının söz
konusu alandaki kuşkuya yer bırakmayan çalışma ve kuramları tekillik kuramları
olarak adlandırılmıştır. Bu kuramlar, 1970’li yılların başlarında, yani henüz
kara deliklerin varlığını doğrulayan hiçbir gözlemin yapılmamış olduğu bir
dönemde ortaya konulmuştur. Sonraki gözlemler, kara deliklerin evrende gerçekten
çok sık bulunan cisimler olduğunu doğrulamış bulunmaktadır.
Çıplak Tekillikler ve
Kozmik Sansür
Bir kara deliğin merkezinde çekimsel tekillik yer alır. Tüm
kara delik türlerinde de bu tekillik dış ortamdan olay ufkuyla saklıdır.
Bugünkü fizik, çekimsel tekilliği tanımlamayı bilememektedir. Fakat bu pek
fazla önem de taşımamaktadır; çünkü bu tekillik, olay ufkuyla sınırlanmış kuşağın
içinde kalmakta ve dış alemin olayları üzerine etkide bulunmamaktadır. Bununla
birlikte, bir ufukla çevrelenmiş olmaksızın mevcut olan bir tekilliğin
bulunduğu genel görelilik denklemlerine matematik çözümler vardır, kinetik yük
veya kinetik momentin belirli bir değeri aşması halinde Kerr veya
Reissner-Nordström çözümlerinde söz konusu olduğu gibi. Böyle bir durumda artık
kara delikten söz edilemez (artık ufuk da, delik de yoktur), ancak çıplak
tekillikten söz edilebilir.
Parametrelerce belirlenen bu tür durumların incelenmesi
pratikte son derece zordur; çünkü tekillik ortamını tahmin edebilmemiz
imkânsızdır. Bugünkü evren bilgilerimizle çıplak tekillik meselesi hakkında
fazla bir şey söylememiz mümkün değildir veya en azından, 1990’lı yıllara kadar
bu konuda fazla bir şey söylemek mümkün değildi.
O yıllara kadar Kerr veya Reissner-Nordström kara
deliklerinin kinetik momentin veya elektriksel yükün dış katkısı yoluyla söz
konusu kritik değerlere ulaşamayacakları düşünülüyordu. Özetle, kara deliğin yük/kütle
ilişkisinin hep, tam kritik değere ulaşmadan önce doygunluğa ulaşacağı ve
böylece hiçbir zaman kritik değere ulaşamayacağı düşünülüyordu.
Bu temel kavram ve düşünceler İngiliz matematikçi Roger
Penrose’u 1969’da, kozmik sansür denilen hipotezi ortaya atmaya yöneltmiştir.
Bu hipotez hiçbir fiziksel sürecin kozmosda çıplak tekillerin doğmasına imkân
vermeyeceğini ileri sürmekteydi. Mümkün birkaç açıklama/formül içeren bu
hipotez, Stephen Hawking’in evrende çıplak tekilliklerin oluşabileceğini savunan
Kip Thorne ve John Preskill ile iddialaşmasına konu oldu.
1991’de Stuart L. Shapiro ve Saul A. Teukolsky evrende
çıplak tekilliklerin oluşabileceğini sayısal simülasyon yoluyla ortaya
koydular. Birkaç yıl sonra da Matthew Choptuik çıplak tekilliklerin oluşabileceğini
başka yollarla ortaya koydu. Bununla birlikte, bu kanıtlama çalışmaları, gözlem
eksikliği olduğundan[90], evrende çıplak tekilliklerin oluşumuna ilişkin olarak
emin olunması konusunda tam anlamıyla yeterli sayılamazlar.
Bu durumda, mesele şöyle de özetlenebilir: Evet, evrende
çıplak tekilliklerin olması mümkündür, fakat pratikte var oldukları şüphelidir.
Sonunda Stephen Hawking, 1997 yılında, vaktiyle Kip Thorne ve John Preskill
karşısında girmiş olduğu iddiayı kaybetmiş bulunduğunu itiraf etti.
26 Haziran 2019