Gravitasyon (gravitation)

Kütle çekim (gravitasyon) ya da çekim kuvveti, kütleli her şeyin gezegenler, yıldızlar ve galaksiler de dahil olmak üzere birbirine doğru hareket ettiği (ya da birbirine doğru çekildiği) doğal bir fenomendir. Enerji ve kütle eşdeğer olduğu için ışık da dahil olmak üzere her türlü enerji kütle çekimine neden olur ve onun etkisi altındadır.

Dünya'da, kütle çekimi, fiziksel nesnelere ağırlık verir ve okyanus gelgitlerine neden olur. Evrendeki orijinal gaz halindeki maddenin çekimi, orijinal gaza benzer maddeyi bir araya getirerek yıldızlar oluşturmaya ve yıldızların galaksilere birleştirilmesine, dolayısıyla kütle çekimin Evrendeki büyük ölçekli yapıların çoğundan sorumlu olmasına neden olmuştur.

Kütle çekimi, sonsuz bir aralıkta bulunurken, uzaktaki nesneler üzerindeki etkileri gittikçe daha zayıf hale gelmektedir. Kütle çekimi, kütle çekimini bir kuvvet olarak değil, kütlenin / enerjinin düzensiz dağılımının yol açtığı uzay-zaman eğriliğinin bir sonucu olarak tanımlayan genel görelilik teorisi ile açıklanmaktadır.

Uzay-zamanının bu eğriliğinin en uç örneği, hiçbir şeyin, ışığın bile, ufkuna girdikten sonra kara delikten kaçamamasıdır. Ancak, çoğu uygulama için kütle çekimi, Newton'un evrensel çekim yasasıyla anlatılır.

İki cismin kütlesinin çekim kuvveti, bunların kütleleri çarpımı ile doğru orantılı ve aralarındaki mesafenin karesi ile ters orantılıdır. Kütle çekimi, doğanın dört temel etkileşiminin en zayıf olanıdır. Kütle çekim kuvveti, güçlü kuvvetten yaklaşık 1038 kat, elektromagnetik kuvvetten 1036 kat ve zayıf kuvvetten 1029 kat daha zayıftır.

Sonuç olarak kütle çekimi, atom altı partiküllerin davranışı üzerinde önemsiz bir etkiye sahiptir ve günlük maddenin iç özelliklerini belirleme konusunda rol oynamaz. Öte yandan, kütle çekimi, makroskopik ölçekte egemen etkileşimdir ve astronomik cisimlerin oluşum şekli ve yörüngesinin sebebidir.

Kütle çekimi, dünya ve evren boyunca gözlemlenen çeşitli olaylardan sorumludur. Örneğin, Dünya ve diğer gezegenlerin Güneş'in yörüngesinde, Ay'ın Dünyanın yörüngesinde olmasına, gelgitlerin oluşumuna, Güneş Sistemi'nin oluşumuna ve evrimine, yıldızlara ve galaksilere neden olur. Planck döneminde (Evrenin doğumundan 10-43 saniye sonrasına kadar) geliştirilen, muhtemelen kuantum kütle çekimi, süper gravite veya kütle çekimi tekilliği biçimindeki evrende kütle çekiminin en eski örneği, muhtemelen bir sahte vakum, kuantum vakumu veya sanal partikül gibi ilkel bir durumdan bilinmeyen bir biçimde meydana gelmiştir. Bu nedenle, kısmen ‘her şeyin teorisi’nin araştırılması, genel görelilik teorisinin ve kuantum mekaniğinin (veya kuantum alan teorisinin) kuantum kütle çekimine birleştirilmesi bir araştırma alanı haline gelmiştir.



Bir nesnenin kütlesi tarafından üretilen uzaysal çarpıtmanın iki boyutlu analojisi. Madde uzay-zamanının geometrisini değiştirir, bu (kavisli) geometri kütle çekimi olarak yorumlanır. Beyaz çizgiler, uzayın eğriliğini göstermez; düz bir uzay süresinde doğrusal olacak şekilde kavisli uzamsal zamana uygulanan koordinat sistemini temsil eder


1. Kütle Çekim Teorisinin Tarihsel Gelişimi

Fizikte, yer çekim teorileri kütleli cisimlerin hareket mekanizmalarını kapsayan etkileşimleri esas alır. Antik zamanlardan bu yana birçok yer çekim teorisi ortaya atılmıştır.

1.1. Antik Çağ

M.Ö. 4. Yüzyıl: Yunan filozof Aristo, hiçbir etki ve hareketin sebepsiz olamayacağına inanmıştır. Toprak gibi ağır cisimlerin aşağı doğru hareketi onların doğasına bağlıydı. Bu onların doğal yeri olan evrenin merkezine gitmeleri anlamına geliyordu. Tam tersi, ateş gibi hafif elementler doğaları gereği yukarı, Ay kürenin iç yüzeyine doğru hareket ediyordu. Yani Aristo'nun sisteminde, ağır cisimler dışarıdan bir yer çekim kuvvetine maruz kalmaz, ancak kendi ağırlıklarından evrenin merkezine doğru eğilim gösterirler.


Vitruvius (MÖ. 80-70-MÖ. 15): Romalı mimar ve mühendis,De Architectura’sının 7. Kitabında, yer çekimin maddenin ağırlığıyla değil doğasıyla alakalı olduğunu ele alır.

Eğer civa dolu bir kabın üzerine yüz pound ağırlığında bir taş koyulursa taş cıva üzerinde yüzer, onu sıkıştırmaz ya da onu kırıp geçmez. Eğer taşı kaldırıp yerine birkaç parça altın koyarsak altın yüzmez ve sıvının dibine batar. Dolayısıyla bir maddeye etki eden kütle çekiminin o maddenin ağırlığına değil doğasına bağlı olduğu reddedilemez.

Antik Hint astronom ve matematikçi Brahmagupta, dünyanın küresel olduğu ve cisimleri kendine çektiği görüşüne sahipti. Hemdani ve Birûni Brahmagupta'nın sözünü şöyle aktarmıştır: ‘Biz diyoruz ki dünya bütün yüzleriyle aynı, dünyadaki bütün insanlar dik duruyor ve bütün ağır cisimler doğası gereği dünyaya düşer. Çünkü suyun doğasında akmak, ateşin doğasında yanmak, rüzgarın doğasında esmek olduğu gibi dünyanın doğasında da cisimleri çekmek vardır. Eğer bir şey dünyadan derine inmek istiyorsa bırakın denesin. Dünya alçak olan tek şeydir ve tohumları nereye atarsan at asla dünyadan yukarı çıkmazlar her zaman ona dönerler’.

1.2. Modern Çağ (Kütle Çekiminin Doğuşu)


16. Yüzyıl sonu-17. Yüzyıl başları: Kütle çekim kuramıyla ilgili modern çalışmalar Galileo Galilei’nin çalışmaları ile başladı. Galileo, Pisa Kulesi'nden topları atan meşhur deneyinde düşen eğik top ölçümleri ile, kütle çekim ivmesinin tüm nesneler için aynı olduğunu gösterdi. Bu, Aristo'nun daha ağır nesnelerin daha yüksek bir kütle çekim ivmesi olduğuna olan inancından ciddi bir sapmaydı. Galileo, bir atmosferde daha az kütleye sahip nesnelerin daha yavaş düşebileceği için hava direnci olduğunu öne sürdü. Galileo'nun çalışmaları Newton'un kütle çekim kuramının formülasyonu için gerekli altyapıyı hazırladı.

17. Yüzyıl sonları: Robert Hooke'un mesafenin ters karesine bağlı olan bir kütle çekim kuvveti olduğu önerisi üzerine, Isaac Newton o zaman bilinen 6 gezegen ve ay için eliptik yörüngeleri de içeren Kepler'in üç kinematik gezegensel hareket yasasını matematiksel olarak türetmeyi başarmıştır. Newton'un orijinal formülü:

   1 objesinin kütlesi x 2 objesinin kütlesi
Gravite kuvveti µ  ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
                (merkezlerden uzaklık)2

Bunu eşit taraflı bir formül ya da denklem haline getirmek için, aradaki mesafe ya da kütleler ne olursa olsun doğru kütle çekimsel değeri verecek bir sabit olması gerekiyordu. Bu gravitasyonal sabiti G, ilk defa Henry Cavendish tarafından 1797 yılında ölçülmüştür. [G, yaklaşık 6,67x10ˉ¹¹ N (m/kg)2]


1644: René Descartes, kütle çekimini açıklamak girdapları kullanmıştır.

1671: Robert Hooke; her cismin dalgalar yaydığını ve bu dalgaların başka cisimlerin çekimini sağladığını varsaymıştır.

1687: İngiliz matematikçi Isaac Newton evrensel kütle çekiminin ters kare kuralını hipotez haline getirdiği Principia'yı yayımladı ve evrensel çekim kuvvetinin ters kare yasasını hipotez haline getirdi. Kendi sözleriyle, "Gezegenleri küreler içinde tutan güçlerin karşılıklı olarak etraflarındaki merkezlerden uzaklıklarının kareleri olması gerektiği ve dolayısıyla ayı Orb'da tutmak için gereken kuvveti karşılaştırdıklarını dile getirdim. Newton denklemi: F =G (m1.m2) / r2 (F kuvvet, m1 ve m², etkileşen nesnelerin kütleleri, r kütlelerin merkezleri arasındaki uzaklık, G kütle çekim sabitidir)

1690: Christiaan Huygens; kütle çekimini açıklamak için girdapları kullanmıştır.

1690: Nicolas Fatio de Duillier; bir çeşit tarama ve gölgeleme mekanizması kullanarak bir partikül modeli önermiştir.

17. Yüzyıl: Galileo, Aristo'nun öğretilerinin tersine bütün cisimlerin düşerken eşit ivmelendiğini bulmuştur.

  
1748: Georges-Louis Le Sage; bir çeşit tarama ve gölgeleme mekanizması kullanarak bir partikül modeli önermiştir.

1797: Henry Cavendish tarafından Kütle çekim sabitinin ilk defa ölçülmesi. [G, yaklaşık 6,67x10ˉ¹¹ N (m/kg)2]

1869: James Challis; her cismin dalgalar yaydığını ve bu dalgaların başka cisimlerin çekimini sağladığını varsaymıştır.


1871: William Thomson (Lord Kelvin), her cismin titreştiğini ve bu titreşimin kütle çekimi ve elektriksel yükleri açıklayabileceğini savunmuştur.

1875: Hendrik Lorentz; Işığın yansıması ve kırınımı üzerine adlı doktora tezinde elektromagnetik radyasyon teorisini geliştirmiştir.

19. yüzyıl sonu: Merkür'ün yörüngesinin Newton'un teorisiyle tam olarak açıklanamadığı biliniyordu, ama gezegenin yörüngesini karıştıracak başka bir cisim (Güneş'e Merkür'den yakın bir gezegen gibi) içi yapılan hiçbir arama meyve vermemiştir.

1907: Albert Einstein, kendisinin "hayatımın en mutlu düşüncesi" olarak tanımladığı, bir binanın çatısından düşen gözlemcinin bir yer çekimi alanı hissetmediğini fark etmiştir.

1915: Albert Einstein, Merkür'ün yörüngesindeki tutarsızlığı da açıklayan ‘genel görelilik teorisini ileri sürdü.

1916: Albert Einstein tarafından göreliliğin genel kuramı olan ‘kütle çekimin geometrik kuramı’ yayımlandı; bu kuramın, bugün modern fizikteki kütle çekimi tanımladığı düşünülen kuramdır. Genel görelilik, özel görelilik ve Newton'ın evrensel kütle çekim yasasını genelleştirerek kütle çekimin uzay ve zaman ya da uzay-zamanda tanımlanmasını sağlar.

1919: Arthur Stanley Eddington’ın 29 Mayıs 1919 tarihinde gerçekleşen güneş tutulması sırasında yaptığı gözlemlerle ışığın sapması öngörüsü teyit edilmiştir.

1976: Einstein eşdeğerlik İlkesi deneyleriyle İnce yapı sabitleri, zayıf etkileşim sabitleri ve proton mıknatıssal oranı değişme limitleri saptandı.

2002: Einstein eşdeğerlik İlkesi deneyleriyle elektron-proton kütle oranı değişme limitleri saptandı.

2012: Çin’deki bir araştırma ekibi, dolunay ve yeni ay boyunca oluşan Dünya’nın gelgitleri arasındaki faz gecikmesini bulduğunu açıkladı.

2015: LIGO (Lazer İnterferometre Kütle Çekim Dalga Gözlemevi), dünyadan 1.3 milyar ışık yılı uzaklıktaki iki kara deliğin çarpışmasından doğan kütle çekimi dalgalarını kaydetti.

1.3. Newton Evrensel Kütle Çekim Yasası

Newton'un teorisi en büyük başarısını, Uranüs'ün diğer gezegenlerin etkileriyle açıklanamayan hareketleri kullanılarak Neptün'ün keşfini sağlamasıyla yaşamıştır. John Couch Adams ve Urbain Le Verrier'in hesapları gezegenin genel pozisyonunu tahmin etti ve Johann Gottfried Galle'nin gezegeni keşfetmesini sağlayan bu hesaplar oldu.


Paul Dirac yer çekiminin evrenin tarihi boyunca yavaş ve sürekli olarak azalması gerektiği hipotezini geliştirmiştir.

Newton'un teorisinin yerini genel göreliliğe bırakmasına rağmen çoğu modern görelilik gerektirmeyen kütle çekimi hesapları hala Newton'un teorisi kullanılarak yapılmaktadır, çünkü çalışması çok daha kolay ve çoğu uygulama alanı için yeterince doğrudur.

1.4. Eşdeğerlik (Denklik) ilkesi

Galileo, Loránd Eötvös ve Einstein gibi bir araştırmacları tarafından araştırılan eşdeğerlik ilkesi, tüm nesnelerin aynı şekilde düştüğü ve kütle çekiminin etkilerinin ivme ve yavaşlamanın bazı yönlerinden ayırt edilemez olduğunu ortaya koymaktadır. Zayıf eşdeğerlik prensibini test etmenin en basit yolu, farklı kütlelerin veya kompozisyonların iki nesnesini vakumda bırakıp aynı anda zemine çarpıp vurmadıklarını görmektir.

Einstein'in eşdeğerlik İlkesi hakkındaki açıklaması:

Biraz düşünüldüğünde eylemsiz kütle ve kütle çekimsel kütlenin eşitliğinin, Kütle çekim alanı tarafından ivmelendirilen cismin ivmesinin cismin doğasından bağımsız olduğu iddiası ile denk olduğu görülecektir. Newton’un kütle çekimsel bir alanda hareket için olan formülü tam hali ile yazıldığında:

(eylemsiz kütle) (ivme) = (kütle çekimsel alanın yoğunluğu) (kütle çekimsel kütle)

İvmelenme, cismin doğasından bağımsız olan eylemsiz kütle ve kütle çekimsel kütle arasında sayısal eşitlik olduğu zaman olmaktadır.

Bu tür deneyler, diğer kuvvetlerin (hava direnci ve elektromagnetik etkiler gibi) önemsiz olduğu durumlarda tüm nesnelerin aynı hızda düştüğünü göstermektedir. Daha sofistike testler Eötvös tarafından icat edilen bir torsiyon dengesini kullanıyor. Uzayda daha doğru deneyler için uydu deneyleri, örneğin STEP, planlanmaktadır.

Eşdeğerlik ilkesinin formüllerinin içerdiği kuramlar:

1. Zayıf eşdeğerlik ilkesi: Bir kütle çekimi alanındaki bir nokta kütlesinin yörüngesi yalnızca başlangıçtaki konumuna ve hızına bağlıdır ve bileşiminden bağımsızdır.

2. Einstein'ın eşdeğerlik ilkesi: Serbest düşen bir laboratuarda herhangi bir kütle çekimsiz deneyin sonucu, laboratuarın hızından ve uzay-zamanındaki yerinden bağımsızdır.

3. Yukarıdakilerin her ikisini de gerektiren güçlü eşdeğerlik ilkesi.

1.5. Genel Görelilik

Genel görelilikte, kütle çekiminin etkileri, bir kuvvet yerine uzay-zaman eğriliğine atfedilir.

Genel görelilik için başlangıç noktası, serbest düşüşe atalet hareketi eşlik eden eşdeğerlik ilkesidir ve serbest düşen atalet nesneleri yerdeki atıl olmayan gözlemcilere göre hızlandırılmış olarak tanımlar. Bununla birlikte, Newton fiziğinde, nesnelerden en az birisi bir kuvvet tarafından işletilmedikçe böyle bir ivme oluşabilir.

Einstein, uzay zamanının madde tarafından kıvrıldığını ve serbest düşen cisimlerin kavisli uzayda yerel düz yol boyunca ilerlediğini önermişti. Bu düz yollara jeodezik denir. Newton'un hareket ilk yasası gibi, Einstein'ın teorisi, bir cisim üzerine bir kuvvet uygulanıyorsa, bir jeodezikten sapacaktır. Mesela, Dünya'nın mekanik direnci üzerimizde yukarı doğru bir kuvvet uyguladığından ayakta dururken jeodezik çalışmaları izlemiyoruz; bunun sonucu olarak yeryüzünde eylemsiz durumdayız. Bu, uzayda jeodeziklerin birlikte hareket etmenin neden atalet olarak kabul edildiğini açıklar.

Einstein Alan Denklemlerinin Başlıca Çözümleri

Reissner–Nordström Çözümü: Bu metrik,  Maxwell denklemlerini de içeren Einstein alan denklemlerinin statik çözümü olarak varsayımsal biçimde ortaya çıkmıştır. Kütlesi "M" olan, yüklü ama dönmeyen küresel yapıdaki gravitasyonal alana tekabül etmektedir. Bu metrik Hans Reissner ve Gunnar Nordström tarafından bulundu. Bu dört çözüm aşağıdaki tablodagösterildiği gibi özetlenebilir:


Dönmeyen (J = 0)
Dönen (J ≠ 0)
Yüksüz (Q = 0)
Schwarzschild
Kerr
Yüklü (Q ≠ 0)
Reissner–Nordström
Kerr–Newman
elektrik yükü, açısal momentum 

Schwarzschild Çözümü: Bu çözüm, küresel olarak simetrik dönmeyen yüksüz kütleli bir nesneyi çevreleyen uzay-zamanı tarif etmektedir. Yeterince kompakt olan nesneler için bu çözüm, merkezinde tekillik bulunan bir karadelik yaratır. Merkezden radyal uzaklığı Schwarzschild yarıçapından çok daha büyük olan noktalarda, Schwarzschild çözümü tarafından ön görülen ivmelenmeler pratik olarak Newton’un kütle çekim teorisi tarafından ön görülen ivmelenmeler ile aynıdır.

Kerr Çözümü: Bu çözüm dönen kütleli cisimler ile ilgilidir. Benzer şekilde, bu çözümde de birden fazla olay ufku olan kara delikler üretilmektedir.

Kerr-Newman Çözümü: Yüklü, dönen ve kütleli nesneler ile ilgilidir. Bu çözümde de birden fazla olay ufku olan kara delikler üretilmektedir.

Kozmolojik Friedmann-Lemaitre-Robertson-Walker Çözümü: Bu çözüm evrenin genişlediğini öngörmektedir.

Genel Göreliliğin Testleri

Genel göreliliğin bu kadar başarılı olmasının sebebi eski teorinin tahmin edemediği fizikler olayları tahmin edip açıklayabilmesidir. Örneğin,

Genel görelilik, Merkür gezegeninin günberi devinimini açıklamaktadır.

Teorinin tahminlerinden biri olan düşük potansiyellerde zamanın daha yavaş geçmesi (kütle çekimsel zaman genişlemesi) Pound-Rebka deneyi (1959), Hafele-Keating deneyi ve GPS tarafından teyit edilmiştir.

Işığın sapması öngörüsü, ilk olarak Arthur Stanley Eddingtontarafından 29 Mayıs 1919 tarihinde gerçekleşen güneş tutulması sırasında yaptığı gözlemler yolu ile teyit edilmiştir. Eddington yaptığı ölçümlerde, yıldız ışıklarındaki sapmanın Newton’un partikül teorisine göre iki kat fazla ve genel göreliliğin öngörüleri ile uyumlu olduğunu görmüştür. Ancak, sonuçlar hakkında yaptığı yorumlar daha sonra eleştirilmiştir. Güneşin arakasından geçen kuvasarların radyo girişim ölçümlerini kullanan daha yakın zamanda yapılan testler, daha kesin ve tutarlı bir biçimde ışığın genel görelilik tarafından öngörülen miktarda saptığını göstermişlerdir.

Kütleli bir cismin yakınından geçen ışığın zamansal gecikmesi, ilk olarak Irwin I. Shapiro tarafından 1964 yılında gezegenler arası uzay araçlarının sinyallerini incelemesi sırasında ortaya çıkarılmıştır.

Kütle çekimsel radyasyon, çiftli pulsarların incelenmesi sırasında dolaylı olarak ortaya konmuştur. 11 Şubat 2016 tarihinde, LIGO ve Virgo işbirlikleri, bir kütle çekim dalgasının ilk defa olarak tespit edildiğini duyurmuşlardır.

1922 yılında Alexander Friedmann, Einstein’in denklemlerinin (kozmolojik sabitin varlığında dahi) durağan olmayan çözümlerinin olduğunu bulmuştur. 1927 yılında Georges Lemitres, ancak kozmolojik sabitin varlığında mümkün olan Einstein denklemlerinin durağan çözümlerinin kararsız olduklarını göstermiştir. Buradan hareketle de Einstein tarafından öngörülen durağan Evren’in var olamayacağı sonucuna varılmıştır. Daha sonra, 1931 yılında Einstein’in kendisi de Friedmann ve Lemaitre’nin sonuçlarına katıldığını belirtmiştir. Böylelikle, genel göreliliğin öngördüğü Evren, statik olmamalıdır – ya genişlemeli, ya da daralmalıdır. Evrenin genişlediği 1929 yılında Edwin Hubble tarafından keşfedilmiştir ve böylece teorinin bir diğer öngörüsü daha teyit edilmiştir.

Teorinin öngörülerinden olan çerçeve sürüklenmesi, yakın zamanda alınan Kütle Çekim Uydusu B’nin sonuçları ile uyumludur.

Genel görelilik, büyük kütleli cisimlerden uzaklaşan ışığın kütle çekimsel kırmızıya kayma nedeniyle enerji kaybedeceğini öngörmektedir. Bu öngörü, 1960’lı yıllarda hem dünyada hem de güneş sisteminde teyit edilmiştir.

1.6. Kütle Çekimi ve Kuantum Mekaniği

Genel göreliliğin keşfini takip eden birkaç yıl sonra , genel göreliliğin kuantum mekaniği ile uyumsuz olduğu görülmüştür. Diğer temel kuvvetlerde olduğu gibi kütle çekimini de kuantum alan teorisi çerçevesinde açıklamak mümkündür. Burada, kütle çekiminin çekimsel kuvvetinin, tıpkı sanal fotonların değiş tokuş edilmesi yolu ile elektromanyetik kuvvetlerin açığa çıkması gibi, sanal gravitonların alışverişi sırasında ortaya çıktığı düşünülür. Bu açıklama, genel göreliliği klasik limitte ortaya çıkarır. Ancak, bu yaklaşım, Planck uzunluğu ölçeğindeki kısa mesafelerde başarısızdır. Bu ölçeğe inildiğinde, kuantum çekiminin daha eksiksiz bir teorisine (veya kuantum mekaniğine daha yeni bir yaklaşıma) ihtiyaç bulunmaktadır.

Kuantum mekaniği; madde ve ışığın, atom ve atomaltı seviyelerdeki davranışlarını inceleyen bir bilim dalı. Nicem mekaniği veya dalga mekaniği adlarıyla da anılır. Kuantum mekaniği; moleküllerin, atomların ve bunları meydana getiren elektron, proton, nötron, kuark, gluon gibi partiküllerin özelliklerini açıklamaya çalışır. Çalışma alanı, partiküllerin birbirleriyle ve ışık, X ışını, gama ışını gibi elektromagnetik radyasyonlarla olan etkileşimlerini de kapsar.

Kuantum mekaniğinin temelleri 20. yüzyılın ilk yarısında Max Planck, Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger, Max Born, John von Neumann, Paul Dirac, Wolfgang Pauli gibi bilim adamlarınca atılmıştır. Belirsizlik ilkesi, anti madde, Planck sabiti, kara cisim ışınımı,dalga kuramı, Kuantum alan kuramı gibi kavram ve kuramlar bu alanda geliştirilmiş ve klasik fiziğin sarsılmasına ve değiştirilmesine sebep olmuştur.


2. İlişkili Konular

Dünyanın Kütle Çekimi

Bütün gezegensi cisimler kendi kütle çekimsel alanları ile çevrelenmişlerdir. Bu alanlar, Newton fiziği kullanılarak bakıldığında, bütün cisimler üzerinde çekim gücü uyguluyor olarak tarif edilebilirler. Küresel olarak simetrik bir gezegen varsaydığımızda, bu alanın, gezegensi cismin yüzeyinin üzerindeki herhangi bir noktadaki gücü, cismin kütlesi ile doğru orantılı, cismin merkezine olan uzaklığın karesi ile ters orantılıdır.

Yer çekimsel alanın kuvveti, etkisi altındaki cisimlerin ivmelenmesine sayısal olarak eşittir. Dünya’nın yüzeyi yakınındaki düşen cisimlerin ivmelenme oranları yüksekliğe, dağlar ve tepeler ve belki sıra dışı oranda yüksek veya düşük yüzey altı yoğunluğuna bağlı olarak çok düşük miktarlarda değişkenlik gösterir. Ağırlıklar ve uzunluklar ile ilgili olarak Uluslararası Ağırlıklar ve Uzunluklar Bürosu tarafından standart bir kütle çekim değeri tanımlanmıştır. Bu değer Uluslararası Birimler Sistemi altında belirtilmektedir.

Standart kütle çekimi g ile gösterilir:

g = 9.80665 m/s2 (32.1740 ft/s2)

Bu 9.80665 m/s2’lik değer, Uluslararası Ağırlıklar ve Uzunluklar Komitesi tarafından ilk seferinde benimsenmiş olan değerdir. 1901 yılında yapılan ölçüme dayanan bu bilgi, her ne kadar 10 binde beş oranında fazla yüksek olduğu gösterilmiş olsa da, halen standart değer olarak kullanılmaya devam etmektedir. Bu değer meteorolojide kullanılmaya devam edilmiştir ve bazı standart atmosferlerde,  her ne kadar asıl değer 45 derece 32 dakika 33 saniye olsa da, 45 derecelik enlemdeki değer olarak kabul edilmektedir.

Bu, G için standart değeri baz alırsak ve hava direnci ihmal edersek, Dünya’nın yüzeyinde serbest bir biçimde düşen bir nesnenin, düştüğü her saniye için 9.80665 m/s (32.1740 ft/saniye) hızlanacağı anlamına gelmektedir. Böylece, durağan konumdan harekete geçen bir cisim, bir saniye sonunda 9.80665 m/s (32.1740 ft/saniye) hıza ulaşacaktır. Bu hız, ikinci saniye sonunda yaklaşık 19.62 metre/saniye (64.4 ft/s) olacak ve bu şekilde, sonrasında geçen her saniye içim hıza 9.80665 m/s (32.1740 ft/saniye) eklenecektir. Ayrıca, yine hava sürtünmesini ihmal ettiğimizde, aynı yükseklikten bırakıldığı takdirde herhangi ve bütün cisimler yere aynı anda çarpacaklardır.

Newton’un üçüncü kanununa göre, düşen bir cisme uyguladığı kuvvetin aynısını kendisi de aynı büyüklükte fakat tam tersi yönde hissetmektedir. Bu, iki cisim birbirleri ile çarpışıncaya kadar, Dünya’nın da cisme doğru ivmelendiği anlamına gelmektedir. Dünya’nın kütlesi devasa olduğundan, bu tersine yönlü kuvvet ile Dünya üzerinde oluşan ivmelenme, nesnenin yaşadığı ivmelenmenin yanında çok küçüktür. Eğer nesne Dünya ile çarpıştıktan sonra sekmezse, bu sefer her biri diğerine itici bir temas kuvveti uygulayacak ve bu kuvvet çekim kuvvetini dengeleyerek daha fazla herhangi bir hareket olmasını engelleyecektir.

Dünya üzerindeki kütle çekim kuvveti iki kuvvetten kaynaklanır ve bu iki kuvvetin vektörel toplamıdır:

1. Newton’un evrensel yasaları uyarınca uygulanan kütle çekimi.

2. Merkezkaç kuvveti; bu kuvvet, dünyaya bağlı dönen bir referans noktası almamızdan kaynaklanmaktadır.

Yer çekim kuvveti, ekvatorda en düşük düzeydedir. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi, ekvatorun üzerindeki noktalar, Dünya’nın merkezine en uzak noktalardır. İkincisi ise, merkezkaç kuvvetinin en güçlü biçimde hissedildiği yerin Ekvator olmasıdır. Yer çekim kuvveti enlemin artması ile birlikte ekvator çizgisi üzerindeki 9.780 m/s2’lik değerinden kutuplar üzerindeki 9.832 m/s2’lik değere doğru artar.

Dünya’nın Yüzeyi Yakınında Serbest Düşen Bir Cisme Ait Denklemler

Sabit bir kütle çekim kuvveti varsayımı altında, Newton’un evrensel çekim kuvveti kanunu, F=mg formülüne indirgenir. Burada m, cismin kütlesi, g ise Dünya üzerindeki ortalama büyüklük değeri 9.81m/s2 olan sabit bir vektördür. Ortaya çıkan kuvvete cismin ağırlığı denir.

Başlangıçta durağan olan bir cisim, serbest bırakıldığı takdirde, serbest düşüş sırasında geçirdiği zamanın karesi ile orantılı bir biçimde yol alır.
Aynı sabit kütle çekimi varsayımları altında, h yüksekliğinde duran w  ağırlığındaki bir cismin potansiyel enerjisi,

Ep = m g h        Ep = w h

Bu gösterim, Dünya’nın yüzeyine olan mesafe olan h’ın yalnızca çok kısa olduğu mesafeler için geçerlidir. Benzer şekilde, ilk hız v ile fırlatılan bir cismin ulaşabileceği en büyük yüksekliğin gösterimi de h = v2 / 2g küçük yükseklikler ve küçük başlangıç hızları için geçerlidir.

Kütle Çekimsel Astronomi

Yer çekimi, içerisinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi’ni oluşturan yıldızlara etki eder.

Newton’un kütle çekim kanunlarının uygulanması, Güneş Sistemi’ndeki gezegenler, Güneş’in kütlesi, kuvasarların detayları ve hatta karanlık maddenin varlığı hakkında bile bugün sahip olduğumuz detaylı bilginin çoğunun kaynağını oluşturmaktadır. Her ne kadar ne bütün gezegenlere ne de Güneş’e yolculuk etmemiş olsak da, bunların kütlelerini biliyoruz. Bu kütleler, kütle çekim kanunlarının yörüngenin ölçülen karakteristiklerine uygulanması yolu ile elde edilmektedirler. Uzayda bir cisim, ona etki eden kütle çekimi nedeniyle yörüngesini muhafaza eder. Gezegenler, yıldızların yörüngesinde dolanır, yıldızlar ise galaktik merkezlerin çevresinde dolanırlar. Galaksiler, yığınların ortasındaki ağırlık merkezinin çevresinde dolanırlar ve yığınlar da süper yığınların yörüngesindedirler. Bir cisim üzerine diğer bir cisim tarafından etki eden kütle çekim kuvveti, bu cisimlerin kütlelerinin çarpımı ile doğru orantılı ve aralarındaki mesafenin karesi ile ters orantılıdır.

Muhtemelen kuantum çekimi, süper çekim veya kütle çekimsel tekillik şeklindeki en erken kütle çekimi, uzay ve zaman ile birlikte, Evren’in başlangıcını takip eden 10-43 saniyelik bir süre olan Planck evresinde ortaya çıkmıştır. Daha öncesinde ise Evren’in sahte vakum, kuantum vakumu veya sanal partikül gibi daha ilkel bir düzeyde olduğu düşünülmekte fakat Planck evresine nasıl geçiş yaptığı bilinmemektedir.

Kütle Çekimsel Radyasyon

Genel göreliliğe göre, kütle çekimi radyasyonu, uzay-zamanın osilasyonu gösterdiği yerlerde ortaya çıkar. Bu, birbirinin çevresinde yörüngeye girmiş cisimlerde görülür. Güneş sistemi tarafında yayılan kütle çekimsel radyasyon ölçülemeyecek kadar küçüktür. Ancak, ikili pulsar sistemlerde zaman içerisinde oluşan enerji kaybı olarak kütle çekimi radyasyonunun dolaylı gözlemi yapılabilmiştir. PSR B1913+16 bu tip pulsarlara bir örnektir. Nötron yıldızı birleşmelerinde ve kara delik oluşumlarının da tespit edilebilir büyüklükte kütle çekimi radyasyonu oluşturabileceği düşünülmektedir.

Lazer İnterferometre Kütle çekimsel Dalga Gözlemevi (LIGO) gibi kütle çekimsel radyasyon gözlem evleri, bu problem üzerinde çalışmak üzere inşa edilmişlerdir. 14 Eylül 2015 tarihinde LIGO, dünyadan 1.3 milyar ışık yılı uzaklıktaki iki kara deliğin çarpışmasından doğan kütle çekimi dalgalarını ilk kez kayıt etti. Bu gözlemler, Einstein ve diğerlerinin, bu tip dalgaların var olduğuna ilişkin teorik tahminlerini teyit etmiştir. Olay aynı zamanda ikili kara delik sistemlerinin varlığını da göstermiş ve kütle çekiminin doğasının, Büyük Patlama ve sonrası dahil evrendeki olayların anlaşılmasına yönelik olarak pratik gözlemlerin de önünü açmıştır.

Kütle Çekim Hızı

2012 yılının Aralık ayında, Çin’deki bir araştırma ekibi, dolunay ve yeni ay boyunca oluşan Dünya’nın gelgitleri arasındaki faz gecikmesini bulduğunu açıkladı. Bu sonuçlar, kütle çekimi hızının ışık hızı ile aynı olduğunu gösteriyordu. Bunun anlamı şudur; eğer güneş bir anda ortadan kaybolacak olsa, dünya, ışığın bu mesafeyi kat etmesi için gereken süre olan 8 dakika daha normal bir şekilde yörüngesinde kalacaktır. Takımın bulguları Şubat 2013 tarihli Çin Bilim Bülteni’nde yayınlanmıştır.


3. Anormallikler ve Çelişkiler

Mevcut teori ile açıklanamayan bazı gözlemler de bulunmaktadır. Bu gözlemlerin varlığı, daha iyi kütle çekim teorilerinin yapılması gerektiğine işaret ediyor olabilir veya bilim adamlarını farklı açıklama yollarına sevk edebilir.

Ekstra-hızlı yıldızlar: Galaksilerdeki yıldızların belirli bir hız dağılımları vardır. Dış kısımlarda bulunan yıldızlar, normal maddenin gözlemlenen hız dağılımına göre olması gerekenden daha hızlı hareket ederler. Galaksi kümeleri içerisindeki galaksilerde de benzer bir durum gözlemlenmektedir. Yer çekimi ile etkileşime girmesi beklenen ve elektromagnetik olarak etkileşimsiz olduğu tahmin edilen karanlık madde bu farkın nedeni olabilir. Newton dinamiğine yapılacak çok sayıda modifikasyonlar da çözüm önerisi olarak sunulmuştur.

Yakınından geçme anomalisi: Yer çekimsel destek manevraları sırasında birçok uzay aracı beklenenden daha fazla ivmelenme yaşamıştır.

Hızlanan genişleme: Uzayın metrik genişlemesi hızlanıyor gibi görünmektedir. Bunu açıklamak üzere karanlık enerji kavramı ortaya atılmıştır. Yakın zamanda ortaya atılan bir diğer teori ise, galaksi kümeleri nedeniyle, uzayın geometrisinin homojen olmayabileceği şeklindedir. Teoriye göre, veriler bu gerçekler ışığında yeniden incelenirse, genişlemenin hızlanmadığı sonucuna bile varılabilir. Bu teori yapılan çalışmalar neticesinde çürütülmüştür.

Astronomik sabitin anormal bir biçimde yükselmesi: Yakın zamanda yapılan ölçümler gezegen yörüngelerinin sadece Güneşin enerji yayarak kütle kaybetmesine bağlı olarak olması gerekenden çok daha yüksek hızda genişlediğini olduğunu göstermektedir.

Ekstra enerjili fotonlar: Galaksi kümelerinden geçen fotonların bu kümelere girişleri sırasında enerji kazanmaları, çıkarken de bu enerjiyi geri vermeleri beklenmektedir. Evrenin hızlanan genişlemesi nedeniyle, bu fotonların kazandıkları enerjinin tümünü geri vermemeleri beklenebilir. Fakat bu dikkate alındığında dahi, kozmik mikro dalga arka plan radyasyonuna ait fotonların beklenenden iki kat fazla enerji kazandıkları görülmektedir. Bu durum, belirli uzaklıklar söz konusu olduğunda kütle çekimin, mesafenin karesinden daha hızlı bir biçimde azaldığı anlamına gelebilir.

Ekstra kütleli hidrojen bulutları: Lyman-alfa ormanını spektral çizgileri belirli ölçeklerdeki hidrojen bulutlarının beklenenden daha fazla bir biçimde birbirlerinin içine kümelenmiş olduğunu göstermektedir. Siyah akışa’a benzeyen bu durum, belirli mesafe ölçeklerinde kütle çekiminin mesafenin karesinden daha yavaş bir biçimde sönümlendiği anlamına gelebilir.

Güç: Önerilen ekstra boyutlar kütle çekim kuvvetinin neden bu kadar zayıf olduğunu açıklayabilmektedir.


Yararlanılan Kaynaklar

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvS3VhbnR1bV9tZWthbmklQzQlOUZp
https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCtle_%C3%A7ekimi
https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCtle_%C3%A7ekimi_teorisi_tarihi

29 Mayıs 2019


GERİ (astrofizik)
GERİ (temel etkileşimler)